‘Coğrafya kaderdir ‘ sözü İbn-i Haldun’a atfedilen bir söz olmasına rağmen zayıf bir ihtimalle de Ahmet Hamdi Tanpınar’a da ait olduğu aktarılır. Günümüzde bir hayli popüler olan bu söze çoğu kimse, yaşadığı olumsuz durumlarda ya da başarısızlıklarında bir züğürt tesellisi babında sığınır. Psikolojide buna ‘öğrenilmiş çaresizlik’ tanımı da yapılmıştır.
Ben şiddetle bu sözün doğru olmadığını savunanlardanım. Çünkü gerçekten yaşadığımız coğrafya kaderimiz olsaydı, doğup büyüdüğüm şehir olan Karaman bu gün bütün Türk coğrafyasında bir kültür başkenti konumunda olabilirdi. Zira Karaman’ın kültürel mirası, bana göre bunu gerektirir.
Somut Olmayan Kültürel Miras UNESCO’ya göre; toplulukların, grupların ve kimi durumlarda bireylerin, kültürel miraslarının bir parçası olarak tanımladıkları uygulamalar, temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin araçlar, gereçler ve kültürel mekânlar biçiminde tanımlanmaktadır. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu miras, toplulukların ve grupların çevreleriyle, doğayla ve tarihleriyle etkileşimlerine bağlı olarak, sürekli biçimde yeniden yaratılır ve bu onlara kimlik ve devamlılık duygusu verir; böylece kültürel çeşitliliğe ve insan yaratıcılığına duyulan saygıya katkıda bulunur.
Toplumların kültürel olarak devamı için son derece önem arz eden kültürel miras, ne yazık ki Karaman halkı tarafından yeterince kıymeti bilinmeyen farkındalığı olmayan, sahip çıkılmayan bir hazine gibi durmakta.
Kültürel miras başlığı altında birçok madde olmasına rağmen ben Karaman’la ilgili sadece tarihte iz bırakmış bir kaç hemşerimizden bahsederek bu bahsi kapatacağım
1- YUNUS EMRE ( KİRİŞÇİ BABA ) :
Özellikle Cumhuriyetin ilanından sonra tekrar popüler olan Yunus Emre, şiirleriyle yaşadığı döneme damga vurmasının ötesinde, tüm dünyada ve ülkemizde, her siyasi görüşten insanın sevdiği, kendinden bir şeyler bulduğu, belki de bu özelliğiyle de tek örnek olan kişi olmasından dolayı, bir çok şehir tarafından da sahiplenilmiştir ve bu ezeli rekabet halen de sürmektedir. Bu rekabette, tarihi belgeler ve birçok ciddi kanıt Karaman da olmasına rağmen ne yazık ki Karaman’ın bu konuda, hala sesi kısık kalmakta. Bu yüzden böylesine önemli bir değere sahip çıkma yöntemimizi tekrar sorgulamak gerektiğine inanmaktayım.
Eğer çağlar ötesine ve tüm insanlığa bir davet gönderdiyse, tarihe tutsak bir okuma ile Yunus’un daveti günümüze gelemez, biz geçmişe gideriz. Onun çağımıza yaptığı çağları aşan çağrısı bu sefer ardımızda kalır ve kendi çağının belirleyici koşulları nedeniyle bu çağrıya sağır kalırız. Bu kadar duyulan bir sesin, kendi memleketi Karaman da bu kadar az işitilmiyor olması tuhaftır.
En eski tarihli Yunus Emre divanı olan ‘Karaman Nüshası’nı bile sahiplenemedik. Kocaman bir şehir böylesine kıymetli bir hazineye bile sahip çıkamazken bakın Yunus’un yaşadığı dönemden yaklaşık 700 yıl sonra, yaşadığı yerden binlerce kilometre uzakta ve en önemlisi de Türkçe olarak sesini nasıl duyuruyor ; https://www.youtube.com/watch?v=iq9tQpneMrc bu linkdeki video Grammy Ödüllü Amerikalı Sanatçı Christopher Tin, Yunus Emre’nin ”Haktan Gelen Şerbeti” isimli şiirinin bestelenmiş halidir. Dikkatinizi tekrar çekerim, Yunus’un en önemli özelliği Türkçe şiirler yazmış olmasıdır ve yazdığı şiirleri dünyanın öbür ucunda yine Türkçe olarak okutmayı başarabilmiştir. Bunun adı Karaman adına , ülkemiz adına büyük bir başarı değilde nedir ?
Bu gün Karaman’da Yunus felsefesinin etkisi sizce görülüyor mu? Üniversitemizde kaç tane Yunus Emre çalışan bilim adamı var, mahalle ismi, okul ismi, park ismi koymanın ötesinde ne yapıldı ki. Yunuskent mahallesinde yaşayan kaç genç, mahallesinin isminin Yunus’un hatırına konulduğunu biliyor.
Mutlaka bu konuda iyi niyetli kayda değer çabalar da var, onlarında hakkı yenmez, ama yeterli mi?
2- ŞEYH EDEBALİ:
Şeyh Edebali 1208 yılında Karaman’ da doğmuştur. Eğitimini de Karaman Medreselerinde tamamlamıştır. Ahilik geleneğinin ve teşkilatının önde gelenlerindendir. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında yaşamıştır. Osman Gazi’nin kayınpederidir. Aynı zamanda da hocasıdır. Sonrasında da imparatorluk olacak Osmanlı Devleti’nin fikir babasıdır denilebilir.
Şeyh Edebali’nin damadı Osman Gazi’ye nasihati de her çağa uyarlanabilecek cinsten, sadece hükümdar, bey için değil, aslında tüm insanlık için hala geçerliliğini koruyacak türden…
Ey oğul, artık Beysin!
Bundan sonra öfke bize, uysallık sana.
Güceniklik bize, gönül almak sana.
Suçlamak bize, katlanmak sana.
Acizlik bize, hoş görmek sana.
Anlaşmazlıklar bize, adalet sana.
Haksızlık bize, bağışlamak sana yakışır…
Ey oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz.
Şunu da unutma; insanı yaşat ki devlet yaşasın.
Ey oğul, işin ağır, işin çetin, gücün kula bağlı.
Allah yardımcın olsun…
Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın!
Ama; bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin.
Öfken ve nefsin bir olup aklını yener.
Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın!
Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi değildir.
Bütün bilinmeyenler, feth edilmeyenler, görünmeyenler, ancak sen faziletli ve ahlaklı olursan gün ışığına çıkacaktır.
Ey oğul! Ananı, atanı say! Bereket büyüklerle beraberdir.
İnancını kaybedersen, yeşilken çöllere dönersin.
Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma!
Gördüğünü görme! Bildiğini bilme! Sevildiğin yere sık gidip gelme!
Ey oğul! Üç kişiye acı: Cahil arasındaki alime, zenginken fakir düşene, ve hatırlı iken itibarını kaybedene.
Ey oğul! Unutma ki; yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklıysan mücadeleden korkma!…
ŞEYH EDEBALİ
Karamanda siyasete soyunan ya da yönetmek ideali taşıyan kaç kişi bu öğütlere kulak verip gereğini yapmaya çalışıyor.
Bakın, çok kıymetli bir bilim adamımız olan Prof. Dr. Faruk Sümer Karamanoğulları ile ilgili ne tesbitlerde bulunuyor;
”… Osmanlı devleti daha kurulduğu andan itibaren ihtiyacı olan devrin ilim adamları ile idare adamlarını, şair ve edibleri, sanatkârları başlıca Karaman ve Germiyan ülkelerinden temin etmiştir. Osmanlı askeri, idari ve kültür müesseseleri bahsedilen bu iki memleketin elemanları tarafından kurulmuştur ki, bunu tabii bulmak lâzımdır. Daha Osman Bey zamanında Şeyh Edebâli, Dursun Fakih ve Molla Rüstem ile başlayan Karaman tesiri XVI. yüzyıla kadar devam etmiştir.” (Prof. Dr. Faruk Sümer)
3- FATİH SULTAN MEHMET’İN HEKİMBAŞLARINDAN BİRİSİ OLAN KARAMANLI HEKİMBAŞI BEŞİR ÇELEBİ:
XV. Yy da yaşayan Türk hekimlerinden olan Beşir Çelebi, Ermenek Tol Medresede eğitimini almış olup, Karamanoğlu İbrahim Bey emrindeyken, Fatih Sultan Mehmet tarafından bir mektupla Osmanlı ülkesine davet edilmiş ve Edirne’de Eski Sarayda kabul edilmiş ve hassa hekimliğine atanmıştır. Tıp tarihiyle ilgili birçok eser yazmış olan Prof. Dr. Feridun Nafiz Uzluk, Beşir Çelebi ile ilgili el yazması eseri Fransa’dan getirip Türk tıp tarihine kazandırmıştır. Bu eserden kaç Karamanlı haberdar. Ya da bu eserle ilgili Karaman da herhangi bir kurum tekrar neşretme ihtiyacı neden hissetmiyor?
4- KARAMANİ MEHMET PAŞA
Karamanlı Mehmet Paşa II. Mehmed saltanatında 1477-1481 yılları arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamı. Mehmet Paşa Karaman’da doğdu. Okumak için İstanbul’a gidip Veli Mahmud Paşa tarafından inşa edilmiş medresede eğitim gördü. Daha sonra medresede bir müderris olarak çalıştı.
İlmiye sınıfının yüksek kısmında olduğu için Fatih’e danışmanlık yaptı. Çok geçmeden Nişancı görevine atandı. Fatih Sultan Mehmed’in hazırlamış olduğu Kanunname’nin yazarının Nişancı Karamanlı Mehmet olduğu belirtilmektedir. Fatih Sultan Mehmed’in Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a yazmış olduğu yüksek edebi değeri olan mektupları hazırlamakta da sultana destek sağladığı bildirilmektedir.
……
Bu listeyi uzatmak pek tabii ki mümkündür.
Şimdi bu insanların yetiştiği topraklarda yaşayan bir birey olarak coğrafya kaderdir dersem geçmişime sövmüş olmaz mıyım?
Yazımın başında da belirttiğim gibi eğer gerçekten coğrafya kaderimizi belirlemiş olsaydı, sizce Karaman kültürel yapısı bu günkü gibi mi olurdu? Yoksa tam tersimi olurdu?
Yani her gün cinayet haberleri, uyuşturucu haberleri…
Güven ve huzurdan yoksun sokaklarda mı yaşardık?
……..
Kurtuluş savaşında fiziki sınırlarımız işgalden kurtuldu, hudutlarımız tekrar çizildi. Bu durum kısmen kendimizi güvende hissetmemize yetebilir. Ama hala bitmemiş ve her geçen gün de tehlikesi büyüyen başka bir işgal durumu var ki, vahim olan odur.
Zihinlerin işgali !!!!
Bugün sürekli güncellenen tanımlamalarla basite indirgemeye çalışan ve sadece tüketicilik yönleriyle sınıflandırılmış bir nesil ‘Z’ kuşağı olarak adlandırılıyor.
Gelecek neslimiz olan bu kuşağın zihinleri işgal altında değil mi? Hangimiz samimiyetle bu riskli durumla yüzleşmeye hazırız veya tehlikenin ne kadar farkındayız?
Tekrar soruyorum eğer gerçekten yaşadığımız coğrafya kaderimizi tayin etseydi, bu coğrafyada yetişen insanların mirasına, hatırasına bu kadar mı duyarsız kalırdık.
Bir meslektaşımdan alıntıyla yazıyı noktalıyorum.
“Geçmiş içinde yaşanacak bir şey değildir. Eyleme geçerken içinden bir şeyler çekip çıkarttığımız bir sonuçlar kuyusudur.”
John Berger- Görme Biçimleri vesselam…
NOT: DEVAMI GELECEK
YORUMLAR