Pandemi Sonrası Doğaya Kaçış
Popüler kültür…..
Fedai Erkocaoğlu
“Corona virüs, Covid-19, koronavirüs… Nasıl adlandırırsak adlandıralım tüm dünyayı etkisi altına alıp pandemiye dönüşen virüs ile birlikte hayatlarımız bambaşka bir boyuta taşındı. Milyarlarca insan evlerinden çıkamadı, iş yerleri ve okullar kapandı, hayat durdu. Belli başlı zorunlu işler haricinde sokağa çıkma taleplerini, bir çok devlette hükümetler genel ceza yasalarını hızlıca eyleme dönüştürdüler.
Bu süreçte çalışma hayatından günlük hayatın inceliklerine kadar her alanda birçok yeni bilgi öğrendik, yeni nitelikler kazandık ve ihtiyaçlarımızla beklentilerimizin değiştiğine şahit olduk. Üstelik bu değişimi yaşam alanlarımıza da yansıtmaya başladık.
Yapılan araştırmalara göre pandemi süreciyle birlikte insan isteklerinin doğaya kaçış algısı, doğa ve açık alanlar için önemli kriterler arasına girmeyi başardı. İnsanların barınma ve yaşama istekleri dar, bitişik sokaklardaki binalar yerine yeşil alan imkanı sunan izole projeler, şehrin içinde olsa bile gökyüzünü ve yeşili hissedebilmenizi sağlayan evler, evdeyken açık alan ihtiyacınızı karşılayabileceğiniz teraslar, bahçesini ekip dikeceğiniz toprağı olan yerler ve geniş balkonlar gibi tercihlere evrildi. Evlerin iç tasarımları bile kapanışla beraber hünerli ev hanımları ile yeniden hayat buldu.
Dört duvarın sıkıcılığından daha içten yaşam özlemiyle doğa içerikli duvar kağıtları yeniden moda oldu. Öyle ki 70’li, 80’li yılların evlerinin duvar içini süsleyen doğa halıları (çayır çimen, ceylan görseliyle süslenmiş manzaralar) yeni baskılarla internet alışveriş sitelerinde neredeyse yok sattı. Balkonlarda topraksız tarım, web sitelerinde tohum takas uygulamaları ile şehirsel mekânlarda kendine küçük üretim yerleri buldu.
“Doğayı hissedebilmek için biz yeşil alanlara gidiyorduk. Ancak haftalarca hatta aylarca günün 24 saatini evlerimizde geçirdik ve bu dönemde aslında doğanın gidilip görülecek bir şey değil, yaşamın ta kendisi olduğunu çok daha iyi anladık. Ondan uzaklaştıkça stres ve yorgunluk gibi modern hayat problemlerine daha fazla odaklandığımızı fark ettik.
Şu veya bu sebeple doğaya daha az çıkanlar yeniden dünyayı ve insanın gerçek dünyasını farketti. Doğaya zaten alışık ve yaşam felsefesine önceden dönüştürmüş olanlar ise bu süreçte daha büyük ruhsal problemlerle karşılaştılar. Ya da doğayla iç içe kendi izole ortamlarında diğerlerinden çok daha huzur içindeydiler.
Hayatın zorlukları ile baş edebilme şekli insanın doğada doğayla kurduğu bağlar ölçüsünde değişkenlikler içerir. Lakin bu beklenmeyen, öncesinde karşı karşıya kalınmamış evlere kapanan yaşam biçimi bir çok değişikliği başlattı.
Üstelik “yeni normal” olarak adlandırılan dönemde iş kültürümüz de değişime uğradı ve home office çalışmaya daha çok yöneldik. Bu da evlerimizde eski günlerimize kıyasla çok daha fazla vakit geçirmemize neden oldu. Hal böyle olunca da evin sadece barınma ihtiyacını karşılamadığı, birçok duyguya hitap eden bir tasarıma sahip olması zorunlu hale geldi. Son dönemde yaşanan doğaya dönüş akımının sebeplerinden biri de bu.
Pandemi süreciyle birlikte doğayla iç içe olmayı daha fazla ister olduk. Bunu sağlayabilen konutlar ve yaşam alanları da bu sayede daha fazla talep görmeye başladı. Ayrıca gün içinde açık havada zaman geçirme ihtiyacını karşılamak için teraslar ve geniş balkonlar da bu dönemde popülerleşmeye başladı. Özellikle sosyal izolasyon sürecinde tüm günü duvarların arasında geçirmek zorunda kalınca değeri çok daha iyi anlaşılan teraslar ve balkonlar; temiz hava almak, bitki yetiştirmek, hobilerle ilgilenmek, çalışmak gibi birçok işlevi karşılama özelliğine sahip olduğundan bahçeli projeler bir o kadar değerli hale geldi. Hatta tüm bu barınma ihtiyaçlarının dışında insan en yakınından başlayarak dünyasını tanıma fırsatı buldu. Şehrine yakın gidilecek yaylalar, köyler, ayda yılda bir uğradığı atasından miras topraklar ve metruk binalar, kaderine terk edilmiş eski köy evleri, öncesinde tercih edilmeyen en ücra yerler bile emlak piyasasının en gözde yerleri haline geldi. Bu olaylar sadece emlak piyasası ile sınırlı kalmayıp sosyal platformlarda gidip gezip gördüğü yerleri bile pazarlama isteği ile coşan şirketler, sosyal metalarla, bireysel hesaplarla doldu taştı.
Köyündeki doğal güzellikleri bir kez görmemiş, şehrinde beş on köye gitmemiş şehirli insanlar köşe bucak keşif storileri paylaştılar. Adeta ayın yeni keşfi gibi her ilimizde dünyanın en derin mağarası, en uzun şelalesi, en güzel dağı, en yaşlı ağacı keşfedildi. Bu çılgınca serüven daha hızlı bir şekilde akıma dönüştü ama haklı gerçekleri kıvrak zekâlarıyla değerlendirmek tüm dünya insanın zaten yaptığı en basit şey. Burada basitlikten kastım yapaylık, ruhsuzluk anlamında. Korona sonrası açılım ve yeniden refah döneminde en hızlı fiyat artışları kamp sandalyesi, kamp çadırı, kampla ilgili malzemelerde görüldü. Keyfine biraz daha düşkünlerin karavan sevdası aldı başını gitti. Topuklu ayakkabıdan trekking tarzı düz tabana, kravat ceket giyim tarzından rüzgâr geçirmez North Face, Columbia montlarla modasal dönüşüm neredeyse bir çok kesimce ışık hızıyla yaşandı. Çadır ve karavan alanlarının ( kamp) yüzüne bakılmazken mübarekler beş yıldızlı otel fiyatlarını bir kaç yıl içinde solladılar.
İnsan değişime hızlıca adapte olmak zorunda. Çünkü varlığı bilinen çağdan beri insanoğlu bu değişim ve dönüşümü sürekli yaşadı. Doğa da hayatta kalabilmenin, mutlu olabilmenin en doğru şekli, değişim ve dönüşüme ayak uydurmak. Hedef şehirler olduğunda akış şehirlere ve kırsal olduğunda kırsala dönmek zaruri gibi gösteriliyor. Tüm bu döngüsel terazi de insan ruhu, toplumsal değişim ve dönüşüm ve doğası ile ne kadar bütünleştiği ne kadar fayda zarar gördüğü meseleleri ise sadece bir muammadan ibaret.
Doğa bu kısa süreli insan baskısından uzak zamanlarında bile kendini yeniledi. İnsana rağmen direnmeye devam eden dünyamız artan ihtiyaçların, daha fazla ekonomik gelişme eğrilerinin hedefinde, dünya insanına nimetlerini vermeye devam ediyor.
“Nereye kadar?” sorusunun yanıtı, genelde gittiği yere kadar oluyor.
Korona sonrası beklenenin aksine insanlar daha çok gezip görme, yakın ve uzak çevresini tanımaya karşı istekli görünüyorlar. Belki de insana yüklenen son ve dünyanın sonunun geldiği algısı, korkuların, kaygıların uç noktasında zirve yapmaya devam ediyor. İster kaos teoricileri, ister toplum bilimcileri kim nerede yaşarsa yaşasın, gerçek ilhamın doğal süreç ve doğa olduğunu inkar edemiyorlar.
Doğanın şifacı etkileri ile daha yeni tanışanlar içinse süreç yeni başlıyor.
İnsanın iki türlüsü olduğunu düşünüyorum: Birincisi ikinci defa doğanlar, ikincisi bir defa doğanlar. Doğanın gerçekliğini anlamış olanların ikinci kez doğdunu düşünüyorum. Bu doğum her insan için farklı bir olgunluk ve yaş sınırlamasına erişmeye bağlı. Bilinçli doğa tüketimi dediğimiz, doğayı bir maddenin ötesinde düşünenler için bu vakitten sonra durumlar daha da zorlayıcı olacaktır.
Bir şelalenin görülmesi için verilen çabaların devletler hukukunda finansal katkıya ve özel sektörce ranta dönüşümü doğa pazarı dediğimiz yeni yeni değişik sektörlerin ortaya çıkması, doğa için hem faydalı hem de zararlı olabilir. İnsan içinde fayda ve zarar sürdürülebilirlik olgusunun yerleşikliğine bağlıdır.
Yüzlerce yıl öncesinden doğayı iyi anlamış, doğa ile bütüncül bir hayat oluşturan ve yaşam felsefesi geliştiren kültür ve toplumlar son yüzyıllardaki kapitalist kültürlerin kurbanı olmaktan kurtulamadılar. Kapitalist kültürler bile kendi doğal zenginliklerinin çok daha zaman öncesinde farkına varmışlardı. Örneğin dünyanın ilk kapitalistlerinden ABD’nin ilk doğal korunan alanları 1869 yılında özel kanunlarla düzenlenmişti. Ülkemizde ise 1958 yılında ilk milli parka kavuştuk. Belki de uzun yıllar boyunca toplum zaten doğasının farkında olarak yaşadı. İhtiyacından fazlası inançları gereği ya haramdı ya da müsriflik. Ya da öyle savaşlardan, hayat zorlukları ile mücadeleden olsa gerek bu konuları düşünmeye, düşlemeye bile vakit bulamadı.
İnsanı var eden doğanın korunması yasaları; ülkemizde de uzun yıllar boyu orman kanunları ile korundu. Öyleki ormandan bırakın bir ağaç kesmeyi, kozalak toplayana bile ceza yazılırdı. Bu konuları başka bir yazıda ele alırız.
Aklıma gelmişken bir kozalağın yanındaki baykuş yavrularını alacakaranlıkta ayırt etmek mümkün değildir. Özellikle de sedir ağaçlarında yaşamayı severler kulaklı orman baykuşları. Umarım korona virüsle onların hayatları da değişmemiştir.
Bundan sonraki süreçte, bir koronaya daha yakalanmadan, sürdürülebilir anlamlı doğa toplum düzenlemelerinin devletler hukukunda daha fazla yer alması umutlarımızı kaybetmeden doğada adımlamaya devam edeceğiz….
Faydalanılan kaynaklar :
İnanç Kabadayı www.inanckabadayi.com.tr
Henry David Thoreau Doğa Yaşam ve Başkaldırı.
YORUMLAR