…
Macunlu sohbetler
Hedefsiz şikayetler
Mangaldan taştı küller
Nerden çıktı bu süperler
Aynı şov bu,
Hep aynı, hep aynı…
Şov yapma, şov yapma
Fark etmez anladık seni
Her yerde sen vardın
Taktikler bitti, bitti mi?
Sorun çok, yorum yok
Oooooo…
1992 yılında müzik piyasalarına giren Nilüfer’in seslendirdiği şarkı, bugünlerde dilimden düşmez oldu. Ancak bu, tamamen bilinçaltımdan gelen bir ses. Şüphesiz, bilinçaltımı harekete geçiren sebepler var. Hemen hemen her gün dünyada, ülkemde ve şehrimde olup bitenlerin şaşkınlığı ve bu şaşkınlığa sebep olan olayların müsebbipleri (bilinçli ya da bilinçsiz), bu şarkıyı bilinçaltımdan çıkarıp tekrar hatırlamama neden oluyor.
İnsan toplumsal bir varlıktır. Toplumların oluşumunda ise liderlerin, kanaat önderlerinin, fikir ve sanat üretenlerin, kısacası toplumun diğer bireylerinin gönlüne girmiş örnek kişilerin (rol model) payı ve aynı oranda sorumluluğu çok büyüktür. Sağlıklı bir toplum, ancak o topluma yön veren rol modellerin fikirleri ve çabaları doğrultusunda ilerler, sorunlarına karşı çözüm üretebilir.
Topluma önder olmaya kendini hak gören kişilerin genellikle tercih ettiği yöntem siyasettir. Günümüzde, toplumsal yozlaşmanın ve duyarsızlaşmanın genel kabul gördüğü birçok durumda ise siyasetin artık çözüm üretemediği ve liderlerin çaresiz kaldığı aşikârdır. Toplum yararına değil de kişisel menfaatlere odaklanan siyasi mekanizmalar, bir toplumda en kutsal değer olan adalet duygusunu zedelemiş; liyakat, hak, hukuk gibi kavramlar inandırıcılığını kaybetmiştir. Bunun sonucu olarak da birlikte yaşama becerisinin en önemli kavramlarından biri olan aidiyet duygusu zedelenmiş ve hızla toplumda bireyselcilik hâkim olmaya başlamıştır. Bana göre bunun en önemli sebebi, mevcut siyaset içinde konumlanan, yer edinen ve fakat toplumun gönlünü kazanamamış siyasi aktörlerdir.
İbn Haldûn şöyle der: “Kalpleri müteferrik (ayrılmış, dağınık) olanların akılları birleştirilemez.” “Kalpleri müteferrik” tanımını bugünkü moda tabirle “bireyselcilik” olarak algılıyorum.
Dostoyevski, “Budala” kitabında şöyle der:
“Bu devir, sıradan insanın en parlak zamanı; duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir. Kimse bir şeyin üzerinde durup düşünmüyor. Kendisine bir ülkü edinen çok az. Umutlu birisi çıkıp iki ağaç dikse herkes gülüyor: ‘Yahu bu ağaç büyüyünceye kadar yaşayacak mısın sen?’ Öte yanda iyilik isteyenler, insanlığın bin yıl sonraki geleceğini kendilerine dert ediniyorlar. İnsanları birbirine bağlayan ülkü tümden yitti, kayıplara karıştı. Herkes, yarın sabah çekip gidecekleri bir handaymış gibi yaşıyor. Herkes kendini düşünüyor; kendisi kapabileceği kadar kapsın, geride kalanlar isterse açlıktan, soğuktan ölsün, vız geliyor.”
Millet, sadece aynı dili konuşan değil, aynı hâli paylaşan kişilerden oluşan insan topluluğudur. Dolayısıyla, milletin içinde bulunduğu durumu bilmeden, gerçek sorunlara çözüm üretmeden yapılan siyaset, ancak sloganlardan ibaret kalmaktadır. İçinde yaşadığınız toplumun gerçek sorunlarından kaçabilirsiniz belki, ama gerçek sorunları görmezden gelip çözüm üretememenin doğurduğu sonuçlardan asla kaçamazsınız!
Galiba bu anlattıklarımın zihnimden geçiyor olması, Nilüfer’in “Şov Yapma” şarkısını bilinçaltımdan çıkarıp dilime dökmemin sebebidir. Bu şovun gürültüsü o kadar fazla ki mazlumların, kadınların, gençlerin, çocukların, mağdurların sesleri duyulmamaktadır.
Bugün bana cehennemden daha kötü bir yerde yaşadığımız hissini veren bir haber duydum. Sadece para kazanmak için yeni doğmuş bebekleri öldüren bir çete olduğunu ve aralarında geçen diyalogları okudum. Bir insan olarak utanmaktan, beddualar etmekten ve ağız dolusu küfürler yağdırmaktan başka bir şeyin elimden gelmemesi çaresizliğimi yüzüme vurdu.
Fakat şunun da farkındayım ki sadece şikâyet etmek, hareket etmenizi engeller! Şikâyetler, şeytana edilmiş dualardır. Bunun yerine, en azından sitem ve isyan etmek hissiyatıyla bu metni yazmaya karar verdim.
Sitemim:
- Yaşadığım şehirde, her cenahtan siyaset üretenlerin ve kanaat önderlerinin toplumsal değerlerimizin kaybolması karşısında gerçek, samimi ve toplumun tabanına yayılmış bir siyaset ve fikir üretip gönlümüze girmemiş olmalarına…
- 16 yaşında bir ergenin odasından çıkmadığı gibi, konfor alanlarının (makam odaları) dışına çıkmadan sadece gündelik meselelere sosyal medyada yaptıkları kısa şovlarla çözüm üretiyormuş gibi olmalarına…
- Bizim adımıza karar verip uygulayanların çarşıda, pazarda, sokakta, yani içimizde olmamalarına ve bizi dinlememelerine…
- Toplumsal zaaflarımız hâline gelen sosyal dezenformasyonlarla ilgili sürdürülebilir ve kalıcı çözümler üretmek yerine bu sorunları yok sayıp üstünü kapatmaya çalışmalarına…
- Kişisel ihtirasları, zaafları ve hatta husumetlerinin, şehir için birlikte çalışma gerekliliği ve zorunluluğunun önüne geçmesine…
- Her görüşten vatandaşa veya gruplara eşit mesafede yaklaşıp temsil ettikleri kurumların kaynaklarını da adaletli bir şekilde kullanmamalarına…
- Dini ve milli değerlerle ilgili olmadık nutuklar atıp sonradan tamamen bu değerlere aykırı icraatlar yapılmasına…
- Kanaat önderleri ve siyasi aktörlerin, şehir adına sağlam bir irade ortaya koyup işbirliği yapamadıkları için şehrin imajının sabah kuşağı programlarındaki birkaç kendini bilmeze teslim edilmesine…**
Listeyi uzatmak tabii ki mümkündür.
Velhasıl ; Toplumun yeniden güçlenmesi için, liderlerimizin ve kanaat önderlerimizin kişisel çıkarları bir kenara bırakıp, gerçek sorunlara çözüm üretecek, samimi ve kapsayıcı adımlar atmaları gerekmektedir; zira ancak bu şekilde kaybolan aidiyet duygusunu yeniden inşa edebiliriz.