Türkiye’de Türk kültür tarihinde öne çıkmış, iz bırakmış şahsiyetler; bana göre maalesef bilimsellik görüntüsü altında ama bilimsel olmayan, tarihsel gerçeklere aykırı üstelik sağlam bir metodolojiden uzak ele alınıyor.
Yunus Emre’nin yaşadığı düşünülen yörelerde yapılan sempozyumlarda yapılan konuşmalar, yöre halkının hamasi, ideolojik ve romantik yaklaşımlarına uygun bildiriler sunarak tarihsel gerçeklikleri zedelemektedir. Genellikle de anma toplantılarında bu, en üst siyasal kademelerden halka kadar yansıtılmaktadır.
Bunun sonucu olarak da fiilen yaşayan Yunus Emre’yi bütün yönleriyle olduğu gibi tanımak görmek yerine ondan kusursuz ve her bakımdan üstün mitolojik bir kahraman ve tarih yaratıyoruz. En büyük tehlike de gerçeğin bundan başka türlü olmadığının düşünülmesi ve çoğunluğun bunu böyle kabul etmesidir.
Bu handikap Yunus Emre ile ilgili olarak uzun süredir ülkemizde yaşanmaktadır. Gerçekleri bir yana bırakarak bu mitolojik kahramana teslim olmak ve onu kutsallaştırmak gibi tehlikeli ve telafisi olmayan bir toplumsal bilinç sapkınlığı ortaya çıkarmaktadır. Bu yanlış yaklaşımı eleştirmek ise adeta bir suç haline gelmiştir. Hatta devlet kurumları bile bu mitolojik kahraman ve sanal tarih üzerinden kültürel politikalar üretmekte ve medya da bunu yaymaktadır. Hâlbuki devletin ürettiği kültür politikalarının sağlam bir zemini olmalı ve bilimsel bir metoda dayanmalıdır. Üstelik bu sanal tarih merakı hem muhafazakâr hem de seküler taraflar için geçerlidir ve her iki taraf da bunu beslemektedir.
Yunus Emre ile ilgili bu sağlıksız yaklaşımın sebep olduğu asıl büyük felaket ise toplumun tarih bilincinin bu sahtelik üzerine inşa ediliyor olmasıdır. Bu çelişki, toplum için psikolojik bir vakadır. Bence tarihçilerin, felsefecilerin, sosyolog ve ilahiyatçıların toplumsal bir fenomen haline gelen Yunus Emre’yi tekrar ele almaları gerekmektedir. Bu konuda Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi’ne düşen görev ise Türk Kültür Tarihi araştırmalarında bir çekim alanı oluşturarak sağlam bir akademik gelenek inşaa etmektir.
Neden sanal bir tarih yaratmak ve milletçe ona inanmak bu kadar çok seviliyor?
Bence bu durumun en temel sebebi Türkiye’nin parçalanmış, ideolojik daha da açıkçası travmatik bir bölünmüşlük yaşamasıdır. Bunun sonucu da tamamen “kültürel erime” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu erime ve aşınma sonrasında toplumun bir bölümü tarih konusunda sadece onu kutsallaştırma ve gerçeklerden kaçınma tepkisini gösterirken diğer kısmı da tamamen tarihini ve tarihsel kişiliklerini reddetmiş ve günümüz koşullarına göre yeni bir kimlik oluşturma gayretine düşmüştür. Bu durumun bir çıktısı olarak iki farklı tarihli ve iki farklı kültürlü bir topluma dönüştük.
Yunus Emre ile bunların ne ilgisi var, diyebilirsiniz. Yunus Emre, yıllardır bu kusursuzcu romantik ve hayali yaklaşımın en iyi örneklerinden birisidir. Bu yaklaşım, bizi kültürümüzün önemli şahsiyetlerinden olan Yunus Emre’nin kendi gerçekliğinden uzaklaştırıyor ve dolayısıyla bizim sağlam bir Yunus Emre bilinci oluşturmamıza engel oluyor. Geçtiğimiz yıllarda buna hizmet eden birçok organizasyon yapıldı. Genellikle belediyeler ve üniversiteler işbirliği ile etkinlik olsun diye ama sadece muhafazakâr halkımızın beklentilerini tatmin amacıyla yapılan bu toplantılar bir akım haline gelmiştir.
Yunus Emre’nin ‘kendi şehirlerinde yaşadığı’ iddiasından yola çıkarak sadece tanıtım ve turizm amaçlı bu etkinliklerin birçoğu, bu sanal tarih anlayışına hizmet etmenin dışına çıkamamıştır.
Yunus Emre’nin gerçek hayatı hakkında maalesef fazla bir bilgimiz yoktur. Onun tarihi kişiliği menkıbeler içinde kaybolup gitmiş ve mitolojik bir Yunus Emre fenomeni ortaya çıkmıştır. Peki, o halde bu mitolojik karakterin dışında ‘Gerçek Yunus Emre’ kimdir?” sorusu akla gelmektedir.
Gerçek Yunus Emre’yi nasıl anlamalıyız?
Yunus Emre’yi kendi zamanının toplumsal, siyasal gerçekleri içine yerleştirip değerlendirmeliyiz.
Prof. Dr. Mikail Bayram hoca, konuyla ilgili şöyle bir bilgi aktarıyor:
“1. Giyasu’d-Din Keyhüsrev ve iki oğlu I. İzzu’d-Din Keykâvus ve 1. Alâu’d-Din Keykubad zamanında Türkmenler ve Ahiler himaye edilmekte ve devlet hizmetleri onlara gördürülmekteydi. 1. Alâu’d-Din Keykubad’ın oğlu 2. Gıyasu’d-Din Keyhüsrev suikast düzenleyip babasını öldürterek tahta geçti. Bu yüzden 2.Gıyasud-Din, Sultan Alâu’d-Din’e bağlı olan Türkmen ve Ahilerin tepkisiyle karşılaştı. Bu durumda İran unsuruna dayanan ve güvenen 2. Gıyasu’d-Din Türkmen ve Ahi ileri gelenlerini devlet kademelerinden uzaklaştırmaya başladı. Vezir Sa’du’d-Din Köpek olayından sonra pek çok Türkmen ve Ahi öldürüldü, birçokları tutuklandı. Ahi Evren, Ahi Ahmed, Baba İlyas’ın da tutuklandıkları bilinmektedir[1]. Devletin bu uygulamaları üzerine Türkmenler Baba İshak’ın başkanlığında isyan ettiler. 2. Gıyasu’d-Din çok büyük güçlüklerle bu isyanı bastırdı. Fakat Türkmen ve Ahilerin isyanlarının ardı arkası kesilmedi. Bu durum Selçuklu Devletinin yıkılışına kadar sürüp gitmiştir.
Yukarıda kısaca açıkladığımız siyasi ve sosyal şartlar içinde Türkmenler sadece uç bölgelerdeki Türkmen beylerle Karamanoğulları tarafından himaye edilmekteydi. Başka yörelerde tutunamayan Türkmen ve Ahiler uç bölgeler göçüyorlardı. Aksaray yöresindeki Türkmenlerin de Karamanoğulları tarafından himaye edildikleri görülmektedir. Karamanoğulları’nın bu bölgede sürdükleri mücadele sonunda XIV. asrın ortalarından itibaren Aksaray ve Kırşehir yöresi Karamanoğullarının yönetimine girmiştir. Rahmetli İbrahim Hakkı Konyalı’nın da tespit ettiği gibi, gerçekten de Yunus Emre’nin şeyhi Taptuk Emre Aksaray’ın Taptuk köyünde metfundur. Bu köydeki Taptuk Emre zaviyesini de Karamanoğlu İbrahim Bey yaptırmış ve faaliyete sokmuştur.[1] Şüphesiz Taptuk Emre bu tarihten önce ölmüştür. Ancak türbe ve zaviyesi İbrahim Bey zamanında yapılabilmiştir. Muhtemelen Taptuk Emre, o yöredeki isyanlar sırasında öldürülmüş ve malı da müsadere edilmiştir. Ancak Karaman Oğullarının, o yöreye hâkim olduktan sonra Taptuk Emre’nin zaviye ve türbesini ihya ettikleri anlaşılmaktadır.
İşte bu durumda Taptuk Emre’nin talebesi olan Yunus Emre’nin de Karaman’da ve Karamanoğulları’nın yanında mücadelesini sürdürmüş olması düşünülebilir. Bu bakımdan Yunus Emre’nin Karaman’da (Lârende) metfun olduğuna dair yayınlanan belgeler ve bu yöredeki Yunus Emre ile ilgili an’aneler tarihi bilgilerimize uygun düşmektedir.”
[1] I.H. Konyalı, Aksaray Tarihi, (İstanbul 1974), II, s. 2086
[1] Mikâil Bayram, Baba ishak İsyanı’nın Gerçek Sebebi ve Ahi Evren İle ilgisi, Diyanet Dergisi (1979), XVI11/2, s. 69-78
Yunus Emre’yi yaşarken kurmuş olduğu ilişki ağı içinde değerlendirmek, sosyo kültürel muhitini ve bu muhitin onun üzerindeki etkisinin ne olduğunu bilmek onun tarihi kişiliğini anlamamıza yardımcı olacak diğer bir unsurdur.
Şüphesiz Yunus Emre Türk Tasavvufu’nun bir figürüdür. Türk Tasavvufu, günümüzden çok çok farklı bir anlayış olarak İslam tarihinin seyri içinde Arap olmayan Müslümanların sosyoekonomik ve siyasi rahatsızlıklarından kaynaklanan, Arap asabiyesine karşı kültürel bir tepki olarak ortaya çıktığı genellikle kabul gören bir görüştür. İslam coğrafyasında Arapça ve Türkçe rekabetini Yunus Emre’nin yaşadığı dönemlerde görürüz. Günlük hayatın içinde dinin etkisini görmek ve dini anlaşılır kılmakla ilgili Yunus ve çağdaşlarının çabalarına bir tepki olarak İbn Manzur’un Lisan ul Arab’ı bu dönemde yazılmıştır. Mısır merkezli İslam entelektüelleri de bu rekabete katılmıştır. Yunus Emre’nin özellikle Türkçe yazması da tesadüf değildir. Anadolu’da filizlenen Horasan merkezli dini görüşlerin kökleri Ahmed Yesevi’ ye kadar dayanmaktadır.
Orta Asya’da, Yusuf Hemedani, Ahmet Yesevi, Lokman Parende ve Hacı Bektaş Veli, İslamiyet’i Türk sufiliği ile bütünleştirmişlerdir. İslamiyet’i Türkçe konuşturmuşlardır. Bu evliyaların çevresinde oluşan Müslümanlık, gaza kültürünü dışlayarak iktisadi hayatla savaş ekonomisi dışında kalan başka noktalardan hayatla eklemlenir. Siyasi güç merkezinin çekimlerinden uzak durur ve ayrıca her türlü “ötekiyle” de barışıktır. Türkçe bu yıllarda ilahi bir din haline geliyor. Türkçe Tanrı ve onun elçileriyle haberleşmede hem seçkinler hem de sıradan halk arasında hatırı sayılır bir önem arz etmiştir. ( Ahmet T. Karamustafa)
Tarihte dilin bir kültür öbeği oluşturması hep olmuştur. ( Kominite ) Konuşulan Türkçe etrafında gelişen Müslümanlığa Türkçenin ( konuşulan dilin), birtakım hatların çizilmesinde ve topluluk bilincinin oluşmasında çok önemli rolü olmuştur. Bu dönemdeki evliya takımının birlik – dirlik söylemleri çok önemlidir.
Anadolu sufilerinin eserleri, Anadolu’ya gelen Türklerin geldikleri coğrafyaya uyum sağlayıp, burayı anlamlandırıp, içselleştirip vatan haline getirebilmeleri için bir ders, bir yapılacaklar listesi gibidir.
13. yy sufilerinin ortak mesajı, dünyanın yaşanabilir olduğunu, bunun mümkün olduğunu göstermektir. Yaşanılabilir bir dünyanın en önemli şartı ise insanlar, hayvanlar ve doğa ile uyum içinde olmak. Yunusun şiirlerindeki ‘ yaradılanı hoş gördüm, yaradandan ötürü…’ dizelerinin altında yatan felsefe de budur.
Anadolu’da Türkçe eser yazma geleneği Karamanoğulları ülkesinde başlamıştır. Gülşehri, Aşık Paşa, Şeyyad Hamza, Fakih Ahmed, Sultan Veled, Hoca Denhani hepsi de Karaman ülkesinde yaşamışlardır. Ve Yunus Emre’nin çağdaşıdırlar. Konya, Akşehir ve Kırşehir’in Karaman ülkesine dâhil olduğunu unutmamalı. Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçeyi resmi dil olarak ilân etmesi ve Türkçenin bu ülkede himaye görmesi Türkçe eserlerin yazılmasına zemin hazırlamıştır. Yunus Emre de Türkçe yazdığına göre onun da Karamanoğulları ülkesinde yaşadığını kabul etmek zaruridir. Türkçe sözlü Türkmen şair Yunus Emre Anadolu Selçuklular Devletinin son yarım asrında ve devrinin sosyal, siyasi ve kültürel mücadeleleri içinde yaşamıştır. Onu da Baba İlyas, Sofi Nuruh, Ahi Evren, Hacı Bektaş, Taptuk Emre gibi Türkmen fikir adamları gibi o devirde Anadolu’da mevcut olan Türkmencilik ülküsünü sürdüren ve bunun mücadelesini veren bir kişi olarak görmek lâzımdır. Bu mücadelenin en büyük siyasi hamisi o zamanlar Karamanoğulları devleti idi. Yunus Emre’yi de Karamanoğulları safında görmek isabetli olacaktır. ( Prof. Dr. Mikail Bayram )
Yunus Emre ile ilgili en büyük yanlış yukarıda bahsedilen, kendi gerçekliğinin dışına çıkarak yapılan, sadece şiirlerinden 3-5 beyit üzerinden hareket edilen spekülatif yorumlardır. Ona kendi ideolojik ve kültürel eğilimlerimize dayalı düşüncelerimizi söyletiyor, ‘çağları aşan’ dediğimiz mesajlarına günümüz elbiselerini giydirerek Yunus Emre’yi kendi gerçekliğinden uzaklaştırıyorsak Yunus Emre’ye haksızlık ediyoruzdur. Ele aldığımız kişi, olay ya da olguları, hamaset ve ideolojiyi bir kenara bırakarak tarihteki gerçek anlam ve önemleriyle gelecek nesillere aktarmalıyız.
Yunus Emre’yi 2. meşrutiyetin son yıllarında içeride Osmanlı entelektüel çevrelerine, dışarıda oryantalist bilim dünyasına tanıtan o dönemin Türkçü ideoloğu Ziya Gökalp’in etkisi altında bir Türk İslamı yaratmaya çalışan Köpürülüzade Mehmet Fuat olmuştur. Köprülü 28 yaşında kaleme aldığı ve kendini batı bilim dünyasına tanıtacak olan ünlü ‘Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’ isimli eserinde Yunus Emre’ye yer vermiştir. Yunus Emre’nin Cumhuriyet dönemine yansıyan şöhreti bu kitapla başlamıştır. Cumhuriyetin tasavvufu olumsuzlayan Batılılaşma projesinin hümanist kültür politikasına tarihsel bir zemin ve destek oluşturmak üzere öne sürülen Mevlana, Hacı Bektaş Veli ile birlikte Yunus Emre bu üç şahıstan biri olmuştur. Bu süreç Yunus Emre’nin gerçek tarihsel süreçleri üzerinde söz konusu politikaya uygun, devlet destekli bir dezenformasyon sürecini tetiklemiş ve bir müddet sonra turistik hedeflerin de katkısıyla, gittikçe güç kazanarak bugüne kadar devam edegelmiştir. Bunun sonucunda da birden çok Yunus Emre ortaya çıkmıştır. ( Ahmet Yaşar Ocak )
Yunus Emre kimimiz için “ Antik çağlar Anadolu’sunun kültüründen beslenen dinler üstü, dinle alakası olmayan, insanları bir gözle gören, tanrısız bir inanç dünyasının adamıdır”
( Sabahattin Eyüboğlu)
Kimimiz içinse tanrıyı insanlaştıran, tanrıyı insan da gören, bütün insanlığı hiçbir ayrım gözetmeden kucaklayan bir düşünürdür.
Bir başka görüş ise kendisini tanrı aşkına adamış, bu yüzden de yaradılanı yaradandan ötürü seven, onun yarattığı insanı da aynı sebeple yücelten melamet ehli bir sufidir.
Bunlardan biri veya hepsi gerçek Yunus Emre’yi tanımlamak için yeterli midir burası muamma.
Benim çıkardığım sonuç ise günümüz Yunus Emre araştırmalarının, hala Türkiye’de yaşanan kültürel çekişmenin malzemesi olması gerçeğinden vazgeçilemediğidir.
Hâlbuki gerçek bir tarihsel kişilik olan Yunus Emre, bir 13-14. yy Anadolu sufisidir. Düşünceleri ve fikirlerini o dönem Anadolu’sunun ve dolaştığı diyarların, oralarda görüştüğü sufilerin kültür atmosferi çerçevesinde oluşturmuştur. Yunus’un soluklandığı bir iklim var. O iklimi anlamadan Yunus’u anlamak mümkün değildir. Yunus’un temel kimliği olan sufiliği hesaba katmadan yalnızca divanından seçilip çıkartılmış birkaç beyiti ile onu anlayabileceğimizi sanmak, yaşadığı çağı dönemi ve etkileşim içinde olduğu insanları hesaba katmamak tehlikeli bir yanılgıdır.
O, sırf şair olmak için şiir yazan biri değildir. O, çağdaşlarında olduğu gibi belli bir geleneğe uyarak ( Türkçe yazmak ) düşüncelerini halka aktarabilmek, onların zihninde iz bırakmak için şiiri bir form olarak kullanmıştır. “Derdi şiir söylemek olmayan Yunus, şiiri konuşmakta, onu yürütmekte veya onunla yürümektedir.” ( Kenan Göçer – Yunus Emre Aslında Ne Dedi?)
Tarih biliminin itibar ettiği bütün kaynaklara dayanarak gerçek bir Yunus Emre profili çıkarabilmek mümkün iken hala mitolojik bir fenomen olarak yaratılan Yunus Emre figürü acaba kimlerin ne işlerine yaramakta ki bu konuda metfun olduğu Karaman’dan çıkan sesler susturulmaya çalışılmakta. Gerçi Karaman da bu işin ve öneminin ne kadar farkında? Tarihin derinliklerinden günümüze kadar gelen ve bu güçlü sesin, kendi memleketinde (Karaman ) bu kadar işitilmemesi ayrıca bir yazı konusu olacak.
Velhasıl
Türk Kültür dünyasında ve tarihinde gerçek Yunus’u ortaya çıkartmak ve onun bu topraklara kattığı değerlere ve mirasa sahip çıkmak gibi bir çaba, metfun olduğu Karaman için bir vefa borcu ve sosyal kültürel bir kazanım olacaktır kanaatindeyim.
Devamı gelecek….
Ethem, mükemmel bir yazı olmuş. Gerçeklere olan katkın için tebrik ediyorum. Yusuf hocanın çok yanlış değerlendirmeleri var. Kon TV. Deki programı izledim. Yunus’un inancını ehli sünnete bağladı. Şaşırdım. Gerçeklerden nasıl bu kadar uzaklaşılabilir.